İnsanı değerlendirirken, özellikle insanın fiziki ve ruhi yönünü bir bütünsellik içinde ele almalı ve de o şekilde değerlendirmeliyiz. Birçok terkipsel özelliğe sahip olan insanın bir yönü de "cinsel oluşum ve gelişim" sürecidir. Sistem içinde gelişim gösteren cinselliği, elbette ki hiçbir inanç sistemi reddetmez. Bilâkis bu bir realitedir. Bununla birlikte ahlak ve erdem yasaları, ergenlik çağıyla birlikte gelişim gösteren “iffet,namus, edep...” gibi ahlak prensiplerinin de sınırlarını çizmektedir.
Tam bu noktada, ünlü Psikolog Sigmund Freud’un geliştirdiği Psikanaliz Kuramı, insanın ruhsal ve bedensel gelişim süreciyle ilgili geliştirdiği hipotezlerin sağlıklı olmadığını görüyoruz. Psikanaliz düşüncesinde dikkatlerin özellikle birtakım cinsel objeler üzerinde yoğunlaştığını çok açık bir şekilde görebiliriz. Bunu IQ’ su düşük bir insan bile fark edebilir. Psikanaliz düşüncesinde insan, farklı bir şekilde tanımlanır. Her şeyden önce, psikanalistlerin insanın ruhsal yönünü gözardı ettikleri anlaşılmaktadır. İnsan faktörü sadece fizik beden olarak ele alınır. İhtiyaçlar konusunda sadece fizik bedene hitap eden tanımlamalar yapılır. Bunlar da bilimsel bir maske altında gizlenerek, insanın bedenselliğe yönelmesi bir şekilde amaçlanır. İsterseniz, bu arada ufak bir tespit de düşüncenin fikir babası olan Sigmund Freud'dan yapalım:
Freud'a göre kişilik; İD, EGO ve SÜPER EGO olmak üzere birbirine bağlı üç bölümden oluşur. İD' de zevk prensibi egemendir. EGO ve SÜPER EGO’DA ise insanın ahlaki değerleri saklıdır. İşte bahsetmek istediğim düşünsel sapma tam bu noktada başlar. Şöyle ki:
Öncelikle insanı kişilik yönünden geliştiren etkenlerinEgo ve Süper EGO’daki ahlak, din, hukuk gibi faktörler oluşu gözardı edilmektedir. Bu faktörlerin sadece kişisel denge faktörü olduğu ileri sürülür. Buna karşın, zevk prensibinin, yani cinselliğin yer aldığı bilinçaltı ise büyük ölçüde öne itilerek insanın kişilik özünün bilinçaltı olduğu belirtilir. Bir başka deyişle, Psikanaliz ’de insanın kişilik oluşumunda etkin gücün "Libido" olarak tabir edilen cinsel enerji olduğu imajı verilir. Libidonun gelişime bir şekilde katkısı olabilir. Ama etkinlik sadece buna indirgenmemelidir.
Psikanaliz ve benzeri düşünce şekilleri kanımca zihni bulandıran, insanı beyin ve ruh gücünü ortaya çıkarıcı çalışmalara karşı perdeleyen, bozuk ve sapkın düşünce sistemleridir. Etkileyicidir ama bir o kadar da tehlikeli bir bilimsel maske niteliği taşır.Eğer insanoğlu yaratılış sistem ve düzenini fark eder ve okuyabilirse ve dahi kozmik bilinç denilen yüksek benliğiyle özdeşleşebilir hale gelirse, işte o zaman belki de ne hipnoza, ne serbest çağrışıma ne de Rüya Analizi gibi teknik uygulamalara ihtiyaç bile kalmayacaktır. Bu da ancak, belirttiğim gibi, fizik beden boyutunun şartlarından sıyrılıp, ruh boyutunun zamansız ve mekânsız ikliminde yer almakla hissedilebilir ve de yaşanabilir. Aksi taktirde, bilincin kendini fizik beden şartlarından soyutlayamaması nedeniyle kendini et-kemik beden olarak kabullenme şartlanması oluşacak, bunun sonucunda da birtakım duygusal bunalımlar, cinsel sapmalar, sendromlar insanlar için kaçınılmaz bir hal alacaktır.Yazımı tarihi bir olayı vurgulayarak bitirmek istiyorum:
Yer Hiroşima... Tarih 6 Ağustos 1945. Atılan atom bombasının etkisiyle şehrin 10 km2’ lik bölümü yerle bir olur. Ölüm hadisesi ilginç ve bir o kadar da ibret vericidir. Şöyle ki:
Atom bombasının patladığı yerde hava şiddetle ısınır vebüyük bir sarsıntı oluşur. Bu anda masum insanların hayatta kalma dürtüsüyle kafasında şöyle bir düşünce şekillenir: “ Bir an önce evlerden dışarı kaçmalıyız. ” Ama bu düşünce bir yanılgıdır. Ölüme bilerek adım atma sayılır. Çünkü sarsma ve sıcaklığın etkisiyle bunalan ve tedirginleşen halk, bu hareketi bir kurtuluş çaresi zannetmiş ve atom bombasının gerçek yüzünü acı bir şekilde görmüştür. Evet, bu zavallı insanlar, evlerinden dışarı çıktıkları anda radyoaktif ışınların kurbanı olmuşlardır.
İşte bu olayda gerçek, nasıl yanılgıya dönüşebiliyorsa,Freud'un düşünce sistemindeki sapma da o kadar yoğundur. Maalesef, Freud’un bu görüşü ortaya atması, kokaini dünyaya harika ilaç olarak tanıtması ve yayılmasını teşvik etmesiyle eş değerdir.
Her bilim dalında ortaya çıkabilen bu türlü düşünsel sapmalarla, bizzat bilimin kendisi mesul tutulmamalıdır. Evet, Psikoloji bilimi müspet gelişimleriyle birlikte dimdik ayaktadır ve hızla gelişmeye de devam etmektedir. Tasavvufta “ NEFİS ”olarak ifade edilen “ BENLİK BİLİNCİNİN ” özelliklerinin tespit edilmesinde ve de sırlarının açığa çıkarılmasında önemli bir yere ve saygınlığa sahiptir. Yani Psikoloji, bir bakıma nefsin tahlil laboratuvarı işlevini görmektedir diyebiliriz. Bizler için önemli olan husus da, Psikoloji ve Psikiyatri bilimin ve diğer bütün bilimlerin, insanlığın faydası istikametinde uygulanabilmesidir.